Sendika güdümlü Seda Bülteni Sivas Milli Eğitim Müdürü Necati Yener’le ilgili haber görünümlü iftira name karalamış. Haber görünümlü diyoruz. Çünkü haber olsa bir takım bilgi ve belgelere, verilere, adı sanı belli olan şahitlere, tanıklara dayalı olurdu. Bir Seda geldiği doğrudur ama kimin Sedası asıl cevaplaması gereken bu…
Sokaklarımızda terörün kol gezdiği yıllarda bir takım illegal yapılanmalar: “Biz halkız, halk bunu istiyor ya da bunlar halk düşmanı birer hain.” Sloganlarıyla önce kendilerini halk yerine koyuyor sonra da güya halk adına yargısız infazlar yapıyordu. Hatta kendilerine itiraz eden, görüş ayrılığı yaşayan kendi mensuplarını bile hain ilan edip, kendi illegal kurullarında yargılayarak infazını gerçekleştirmekten çekinmiyordu.
Burada kendilerince meşruiyet kaynağı olarak gördükleri: “Biz halkız, halk bunu istiyor ya da istemiyor.” Cümlesine yaslanmaktı. Oysa halkın bu yapılanlardan haberi olmadığı gibi bu yapılanmalara lanetler okuyordu.
Şimdilerde kendilerine biat etmeyen bürokrasiyi yıpratma ve görevden el çektirme yöntemi olarak da aynı yöntem sergileniyor.
“Eğitim camiası bu müdürü istemiyor ya da Sivas Eğitim Camiası, Tunceli Eğitim Camiası bunu istemiyor. Vb.” Örnekleri çeşitlendirebiliriz…
Peki, o eğitim camiasının bundan haberi var mı? O müdürü istemeyen eğitim camiası mensupları kimler? O müdür ya da bürokrat bir suçu işlemişse bu suçun belgesi, kanıtı, tanığı şahidi var mı?
- Yok
Bir zamanlar, ülkeyi biz yönetiyoruz iddiasındaki, sahiplerinin Başbakanları pijamayla karşıladığı gazetelerin manşetlerine: “Genç Subaylar Rahatsız” manşetleri atılarak milli iradeye balans ayarı yapılmaya çalışılırdı.
Şimdi de “Eğitim Camiası Rahatsız. Böyle Müdür Görülmedi. Burası Sürgün Yeri Değil.” Manşetleri…
Önce adamı sürgün ettir. Sonra yeni görev yerinde de burası sürgün yeri değil manşetleri attır. Ortaçağ’da bile böyle bir zulüm, böyle bir ahlaksızlık görülmedi.
Kaynak, belge, tanık göstermeden kendini bir toplumsal kitlenin yerine koyarak, onlar adına hüküm vererek yargılamak ve infaz etmek. Ardından bir sivil toplum örgütü ya da sendika olarak dosyalayıp koltuklarının altına sıkıştırdıkları ürettirilmiş haberleri kaynak göstererek; haberlerden duyulan rahatsızlık iletilip ilgili Bakanlıktan, siyasilerden: Halk, kamuoyu, ilgili camia adına gereğini talep etmek. Sokak ağzıyla; kendi pasına kendi koşarak gole gitmek. Kendi ürettiği yalan haberinin gerçekliğine sığınarak infaz talep etmenin ahlaksızlığından gurur duymak, bunu bir yöntem, bir başarı hikâyesi olarak pazarlamak. Artık çark böyle işliyor.
Aradan yıllar geçse de yöntem aynı infaz şekli farklı. Kendileriyle görüş ayrılığı yaşayan muhaliflerini sendikadan tasfiye etmek yetmemiş gibi kamudan da tasfiye etmek için kirli kumpasların senaristi, yönetmeni ve aynı zamanda başrol oyuncusu olmak. Kötü adam zaten belli: Muhalif!
Profesyonel maaşlı mahşeri cümbüşçülerin alkışları eşliğinde besleme basına yazdırılan yalan hikâyelerin algısına, çağrışım gücüne yaslanarak sendikacılık yapma ahlaksızlığı da sendikal literatürde yerini almış oldu.
Bu tür ahlaksızlığa tevessül edenleri bu halk bir daha çıkmamak üzere 15 Temmuz’da tarihin karanlığına gömdü. FETÖVARİ yöntemler kimseye hayır getirmedi, getirmez. Ülkenin vatansever evlatlarını Devletine, milletine küstürmeyin.
Mademki kanıtsız haber yapılabiliyor: Biz de duyumlarımızı aktaralım o zaman… Delilimiz yok. Şahidimiz var, ama konuşamaz.
Bir Oğlu Kooperatifçilik yapan bir Konfederasyonun Genel Başkanı; bir Bakan Yardımcısına telefon açarak eski bir çalışanı için: “Eğer ona Bakanlıkta görev verirseniz beni incitmiş olursunuz.” dedi mi?
Bir sendikanın Genel Sekreteri bir müdüre: “Bir sen varsın, bir de filanca müdür. İkinizde bizim muhalifimiz olan isimlere görev verdiniz. Bu bizim kırmızıçizgimizdir. Kırmızıçizgimizi çiğnediniz. Sizi o koltuktan kaldırmak bizim namus meselemizdir.” Dedi mi?
Eğer bu duyumlar, iddialar doğruysa:
O zaman siz kimsiniz de kendinizi Devletin yerine koyuyorsunuz?”
Abdullah Alkan