Geçmişte yaşadığımız derin acılar, çocukluğumuz, hatıralarımız, eksik bırakılmışlıklarımız, telafi edemediklerimiz hepsi birer yarım kalmışlığın etkileri.
İnsan bu yarım kalmışlığı, tamamlama arzu ve hevesindedir. Olumsuz yaşanmış bir ilişki, hasarlı bir çocukluk dönemini hep iyi ve açlığımızı giderecek yönde tamamlama eğilimi içerisine girmemiz bunun göstergesidir. Çünkü psikolojik olarak bu yarım, tamamlanmak ister.
Dramatik bir çocukluk geçiren biri, görmediği şefkati, ilgiyi, hâlen açık olan yaralarına şifa araması, uzun zaman önce yırtılmış, lime lime edilmiş şeyleri dikip toparlama hasretini çekme gayreti hep bu yarım bırakılmışlığın tezahürüdür.
İnsan, bir anlamda bağırarak ilan edemediklerini, açığa çıkaramadıklarını davranışlarla dile getirir.
Annemizin, babamızın veya kişilerin bize vermeyi reddettiklerini bilinçsiz bir şekilde sevdiklerimizden, eşimizden çocuğumuzdan dileniriz, yoksun bırakıldıklarımızı, yarıda kalanları tamamlama arayışında oluruz adeta… Yaralanmış, hasar görmüş duyguları onarmak, tedavi etmek için bitmek bilmeyen bir arzuyla tutuşuruz. Tatmin ancak yarım kalanların tamamlanmasıyla mümkün olacaktır.
Yazarın ıfadesıyle,
Bir yarım ilkbahar, bir yarım sonbaharda
Bir yarım kalabalık, bir yarım yalnızlıkta
Bir yarım keder bir yarım sevinç içinde
Bir yarım çocuk bir yarım ihtiyar
Bir yarım don, bir yarım yanmakta
Ve… bir yarım hep “yarım” kalmakta…
Yaratılan her şey yarım. Tamamlanmak adına çoğu girişimlerde bulunsak da; yarım kalmak da güzel aslında… Belki de ilahi bir ikazın yansımasıdır yarım kalmak…