Bir şeylerin değerini anlamak bazen kişinin kendi öğrenim süreciyle ve çoğu kez de bir musibet sonrasında yapılan mukayeseyle mümkün olmaktadır. Duygusal toplumlarda ikinci seçenek daha baskın durmaktadır. Toplumların dönüşüm süreci öyle kırk elli yıllık periyotların ötesinde, yüz yılları(en azından birkaç nesli) bulabilmektedir. Homojen özellik gösteren dar bölge köy/kabile kültüründen şehir kültürüne geçmek öyle çok kolay olmamaktadır. Kültürel değişim ile fiziki değişim aynı zaman diliminde başa başa gitmemekte; kültürel değişim daha ağır bir seyir göstermektedir. Devlette yani gelinen nokta itibariyle demokratik devlette yaşama kültürü de yine kısa zaman diliminde gerçekleşmemektedir. Değişimin doğal akışı birkaç nesli bulabilmektedir.
Devlet çok mühim bir fenomen....Devletin varlığı ve devamı, kendini tasarlayan/oluşturan vatandaşının niteliğine bağlıdır. Vatandaş olabilmek de, apayrı bir meziyet gerektirir. İdeal devlet, düşünen, soran, sorgulayan, irrasyonel bağlara(kendi dışında) bağlı/bağımlı olmayan, aklı önceleyen ve en önemlisi sorumluluk alabilen ve sorumluluğunun farkında olabilen, duyarlı, eşitlikçi, herkesin hak ve hukukuna saygılı olan bireylerle sağlıklı bir rotada yol alabilir. Bu özelliğe sahip bireyler hem devletin ve hem de kendilerinin teminatıdır. İşte bundan dolayı devletin vatandaşı olabilmek ve devlette yaşayabilmek apayrı bir nitelik gerektirir. Bu niteliğe sahip olamayan vatandaş ve yöneticiler, devletin işleyişini sekteye uğratır.
Devlet soyut bir varlıktır. Kendi değerini, (yerel ve evrensel ilkeler zemininde belirlenen ve bir toplum sözleşmesi olarak deklare edilen) yaslardan alır. Yani devletin inancı yasalardır. Devletin işleyişi rasyonel olarak belirlenen ilke ve kurallar vasıtasıyla yürütülür. Bu noktada irrasyonel düşünce, esas olarak kişilerin kendi iç dünyasıyla alakalıdır. Devlet bireylerin irrasyonel tercihlerine müdahale etmez, lakin kendi işini irrasyonel alana bırakmaz. Aksi durum ortak sözleşmeyi ve dolayısıyla kendine güveni sekteye uğratır. Devlet çatı bir kavramdır. Duygu ve metafizik alan bireylerin kendi dünyalarıyla alakalı ve daha çok feodal toplumsal yapıların özelliğidir. Devleti yönetmek ve devlette yaşayabilmek bu noktada farklılık arz eder. Devletin sahibi, onu oluşturan tüm vatandaşlardır. Burada din, dil, etnik, düşünce, mezhep, meşrep vs. farklılıklarına bakılmaz. Zaten devlet olabilmenin müstesna hali burada yatar. Herkesin kendini emin hissettiği yerin adı devlettir. Hiç kimse kendi düşünce ve anlayışını bir başkasına kabul ettirmeye zorlayamaz. Her türlü düşünce rahatlıkla ifade edilir; lakin yasalara bir halel getirmemek şartıyla...
Ve ideal devlette yönetim şekli meşveret ve şura prensibi ile yürütülmesinin yanında, kendi iç işleyişi ehliyet ve liyakat esasına göre yapılandırılır. Kadrolama tamamen nesnel kriterler üzerinden liyakat esasına göre yapılır. Devlet görevlilerinin yasalar dışında hiç bir ölçüleri olamaz. Her hangi bir tercihte bulunma durumunda devletin yasaları dışında bir ölçü belirlemek devlete güveni temelinden sarsar. Buradaki hassasiyet ve ortaya konulan davranış, devlette yaşama kültürünün olup olmadığının net göstergesidir.
Ve herkesin yaşamı devlet içinde teminat altındadır. Defaten söylendiği gibi devlette yaşayabilmek yüksek bilinç gerektirir. Devlette öyle konuyu komşuyu potansiyel düşmanmış gibi göstermeyi bilinçli/erdemli/sorumluluk sahibi hiçbir vatandaş düşünmez ve hatta düşünmeye cüret edemez. Varsa bir problem devletin yetkili güçleri zaten müdahil olur ve olmak zorunda. Devleti zaafa düşürecek her türlü eylem için devletin kolluk güçleri var. Vatandaşlar devlette yaşama kültürünü/bilincine ulaştığı takdirde kimse kendinden endişeye etmeyecek ve hiç kimsede durduk yerde kendine vazife çıkarıp mesnetsiz ve daha çok ilkel/aşağılık niyetlerini perdelemek için canının sıkıldığına tehdit oluşturabilecek sözler söyleyemeyecek. Söyler ise bu noktada devlet devreye girecektir. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın prensibi tam da burada anlamını kazanacaktır. Dediğim gibi, (yasalara uyan) herkesin kendini emin hissettiği yerin adı devlettir. Bu güvenin sağlanması için tekil olarak herkesin müşterek yaşama bilincine ulaşması, farklılıkları kabul etmesi, devletin sahibinin herkes olduğu bilincine ulaşması, sorumluluğunun farkına varması ve yönetim kademesinin bu bilince uygun hareket etmesi gerekir. Zaten bu temenniler çokta zor şeyler değil. Vesselam.