Avşarların Kızılaliler oymağından olan Muhsin Yazıcıoğlu 31 Aralık 1954’te Sivas’ın Şarkışla ilçesinde dünyaya gelmiştir. Soyu Akkoyunlulara; Gaziantep-Halep yöresinde yerleşmiş olan Bozulus Türkmenlerine kadar gider. Başkenti Diyarbakır olan Akkoyunlular da zaten Sivas’a yakın bir noktada; Erzincan’ın Tercan ilçesindeki Höbek dağında/yaylasında kurulmuştur. Dahası Safevîlerin ilk temelleri de yine Tercan yöresinde, Ustacalu oymağının bağrında atılmıştır.
Gazeteci Abdurrahman Dilipak, 8 Kasım 2013 tarihinde gündeme bomba gibi düşen bir açıklama yapar. Dilipak’a göre Muhsin Yazıcıoğlu 2 rekât namaz kıldıktan sonra infaz edilmiştir. Dilipak’ın dili nâpak bile olsa, olayla ilgili kuşkuların ortalığa saçıldığı da bir gerçek.. Bununla birlikte gençliğinde savunma sporları ile ilgilenmiş olan Muhsin Yazıcıoğlu’nun hiç bir direnç göstermeden kuzu kuzu infaz edilmeyi bekleyecek birisi olmadığı da bir başka gerçek.. Hele de, belinde taşıdığı tabanca söz konusu iken.. Bozkurt ruhlu bir alperendir malûm.. Kısacası suikastın nasıl gerçekleştiği hususunda Tanrı bilir (Allah-u âlem) diyoruz.
İslâmcıların fahri şeyhülislamı olan Hayrettin Karaman da 19 Aralık 2013’teki köşe yazısında “Kamuya (ve bu arada ümmete) ait zararı önlemek için bir şahıs, bölge veya gruba ait zarar göze alınır, sineye çekilir. Siyasette olan selim akıl ve kalb sahiplerine de bu kuralı hatırlatıyor ve örnek olarak merhum şehid Muhsin Yazıcıoğlu’nu dua ile anıyorum.” diye yazmıştır. Öyle ya, “şecâ’at arzederken merd-i kipti sirkatin söylermiş” dedikleri bu olsa gerek..
Peki, ama gerçekten de Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünde soru işaretleri yok mu? Olmaz olur mu? Hem de o kadar çok ki!.. Olay anında bölgede uçan bir F-16 var ve olayın gerçekleştiği sırada yani 15.03‘ten itibaren 4 dakika 38 saniye boyunca Genelkurmay‘ın doğu bölgesindeki tüm radarları bozuluyor ne hikmetse. İlk otopsilerde “temiz” raporu verilmesine rağmen, İstanbul Adli Tıp Kurumunda yapılan 2. incelemede kurbanların yüksek miktarda karbonmonoksit gazına maruz kaldıkları ortaya çıkıyor. Bu gerçeğin ilk otopside örtbas edilmesini; helikopterin, F-16 ile hava boşluğuna alınıp düşürülmesi olasılığını görmezden mi gelelim? 25 Mart 2009 tarihinde yani olay günü saat 19.54‘te Kızılöz Köyü muhtarının evinde gerçekleşen telefon görüşmesinde bir görgü tanığı, evde bulunan arama görevlisine “Enkazın, Kızılöz Köyü’nün karşısındaki dağ ve Sisne tarafına doğru bir bölgede” olduğunu söylemesine rağmen -sözde- aramaların iki gün boyunca ters yönde yapılmasını; başka görgü tanıklarının 156’yı arayıp helikopterin düştüğü yeri tam olarak bildirmelerine rağmen bu ihbarların görmezden gelinmesini ve helikopterin -köylülerin ilk gün dediği gibi- 27 Mart 2009 tarihinde Keş Dağı‘nın Karayakup tepesinde Sisne‘ye bakan yamaçta bulunmasını hangi temiz vicdan sineye çekebilir ki? Yine olay günü 16.55-22.30 saatleri arasında GSM şirketlerinden gelen verilerle oluşturulan bir km² çapındaki iki olay yeri haritasının sumenaltı edilmesine, aramalar sırasında bu haritaların kullanılmamasına ne diyeceğiz? Kaldı ki Meclis Araştırma Komisyonu üyesi olan dönemin CHP milletvekili Tacidar Seyhan da söz konusu haritalarla ilgili olarak Türkcell‘in enkaz bölgesini gösteren haritalarının Meclis Araştırma Komisyonundan bile gizlendiğini söylemiştir. 112’yi arayıp 27 dakika boyunca konuşan gazeteci İsmail Güneş‘in çene kemiğinin kırık olduğunu da -önceleri üstü örtülen- otopsi raporuyla bütün Türkiye öğrenmedi mi? Kazanın hemen ardından devletin bir valisinin “Yazıcıoğlu sağ.. Kaburgasında iki kırık var. İlimize getiriliyor.” diye özetleyebileceğimiz bir açıklama yapmasını, daha sonra rahmetlinin kaburgasının kırık olduğunun ortaya çıkmasını göz önüne alırsak kimi, kime şikayet edeceğiz? Olayda ölen BBP Sivas İl Başkan Yardımcısı Yüksel Yancı‘nın telefonunun olaydan yaklaşık 7.5 saat sonra açılması; Sivas Büyükşehir Belediye Başkan Yardımcısı Mehmet Avcı’nın saat 22.54‘te Yüksel Yancı‘yı araması, rahmetlinin telefonunun açılıp 12 saniye açık kalması ve bu süre zarfında uğultular duyulması çok ilginç değil mi? Helikopterin uçuş bilgilerinin tutulduğu ARGUS 5000CE cihazının ortadan kaybolması başlı başına bir soru işareti değil mi? 30 Mart 2009’da neredeyse tüm öğle sonu olay yerinde bulunan Kara Kuvvetlerine ait Sikorsky helikopter orada ne arıyordu acaba? O dönem devletteki en yetkili kişi olan Abdullah Gül de “inanılması zor” önemli gerçeklere ulaşıldığını, helikopterin kara kutusunu birilerinin söküp aldığını belirtip; “Bana video geldi. Baktım ki, birileri buzlarda cesetlerle ilgileniyor, birileri diğer taraftan vida söküyor.” demiştir.
12 Eylül öncesinin Ülkü Ocakları Genel Başkanı; Mamak zindanlarının çilekeşi; Türkmen’iyle Kürt’üyle Çerkez’iyle ve hatta Balkanları ve Türkistan’ıyla “Büyük Türkiye” ülküsünün sevdalısı Muhsin Yazıcıoğlu hem Kenan Evren cuntasının hem 28 Şubat cuntasının karşısında dik durabilmiş ender kişilerden biridir. Bu dik duruşlarla ilgili Sayın Yazıcıoğlu’nun kendi ağzından bir anı: 28 Şubat sürecinin en haraketli olduğu dönemde bir etkinliğe katıldım. Davetliler arasında Çevik Bir’i de gördüm. Yerimi aldığımda birisi yanıma yaklaştı ve “Bu notu size paşam gönderdi.” diyerek bir kâğıt uzattı. Kâğıdın üzerinde “Türkiye’nin İran olmasına asla izin vermeyeceğiz.” yazıyordu. Hemen cebimden kalemi çıkarttım. O notun altına şöyle yazdım; “Biz de Türkiye’nin Suriye olmasına izin vermeyeceğiz.” Kâğıdı bir arkadaşımla tekrar Çevik Bir’e gönderdim.
Karabağ Savaşı’ndan tutun da Kosova’nın, Makedonya’nın bağımsızlığına; ASALA-PKK ikilisiyle mücadeleden, Hablemitoğlu cinayetinin aydınlatılmasına varıncaya kadar gizli-açık birçok vatan hizmetinde yer almış olan rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun ruhuna bir Fatiha göndermeden önce suikastla ilgili olabileceğini düşündüğümüz iki ayrıntının (detay) daha altını çizelim. Muhsin Başkan katıldığı bir televizyon programında gazeteci Fatih Altaylı’nın devlet içinde devlet olmaya çalışan paralel yapılarla ilgili olarak yönelttiği “İktidarda olsaydınız siz ne yapardınız?” şeklindeki soruya verdiği yanıtta “Anasını…” diye söze başlayıp -edebinden olsa gerek- bir an duraksadıktan sonra “…okurum!” demiştir. Fethullah Gülen ise suikasttan sonraki bir sohbetinde “Aldansanız bile kimseyi aldatmayın. Çünkü aldatma günahtır. Aldanırsanız böyle kurban gidersiniz. Bir perşembe akşamı vefat edersiniz, bir cuma günü cenazenize ulaşırlar.” sözleriyle belki de malûmun ilânını açık etmiştir. Kim bilir?.. Ama bildiğimiz bir şey varsa o da kulun planı varsa Tanrı’nın da takdiri vardır. Dağda bir metre karın içinde bulunan rahmetlinin ayakkabılarındaki çamur izi geçer de birilerinin alnına sürülen (hatta kazınan) katil damgası geçmez. Ah yerde kalmaz elbet.
Aziz Dolu Atabey
https://azizdolu.wordpress.com/
Bir gün doludizgin boşanan atlarımızla
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla.
Yahya Kemal Beyatlı