Anadolu iklimi, yeryüzü şekilleri, bitki örtüsü, insanı ve kültürü ile bambaşka özellikler göstermektedir. Anadolu’da farklı milletlerin eş zamanlı yaşamış olması, bir ayrışmanın değil, bir bütünleşmenin, bir uzlaşmanın adresi olmasında etkili rol oynamıştır. Anadolu’nun tarihi incelendiğinde; etnik çatışmaların çok fazla yaşanmadığı, bilakis uzlaşma kültürünün daha baskın olduğu görülmektedir. Anadolu’ya ilk gelen Türkler, tebaanın diline, dinine, yaşam biçimine karışmadığı gibi, onların din ve vicdan hürriyetini devletin koruyucu şemsiyesi altına almıştır. Bugün itibariyle Anadolu’da etnik kimliğini rahatlıkla söyleyebilen, anadilini konuşabilen, kültürünü özgürce yaşayabilen toplumlar, bu iddiamızın en önemli göstergesidir. Eğer Anadolu’ya gelen Türkler bu müsamahayı göstermemiş olsaydı, bugün Anadolu’da ne Rumca, ne Kürtçe ne de Ermenice hala daha konuşuluyor olurdu. Fransızlar ve İngilizler sömürdükleri toplumların sadece maddi kaynaklarını ellerinden almamış aynı zamanda dillerini, dinlerini hatta kültürlerini de değiştirip yok olmalarına sebep olmuşlardır. Osmanlı Devleti, temel hak ve hürriyetlere gereken özeni göstermemiş olsaydı; bugün Balkanların büyük bir kısmında Türkçe şarkılar söyleniyor, Türkçe ağıtlar yakılıyor olurdu. Bu bağlamda; Osmanlı Devleti’nde, Osmanlı tebaasından ve Osmanlı Devleti’ne olan vatandaşlık bağından söz edilebilir.
1789 Fransa Devrimi ile birlikte, milliyetçi akımların güçlenmesi ve çok uluslu devletleri olumsuz yönde etkilemesi, akabinde bağımsızlık hareketleri ile birlikte Osmanlı Devleti’nin toprak kaybetmesi, Osmanlı Devleti’ni kuran Türklerin harekete geçmesinde etkili rol oynadı. Eğer Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Türkçülük akımı güçlenmemiş olsaydı, Ziya Gökalp gibi bir ilim adamı yetişmemiş olsaydı, bugün adına Türkiye Cumhuriyeti adını verdiğimiz Türk Devleti kurulmamış olabilirdi. Çünkü seçenekler milli değil, gayri milli özellikler taşıyordu. Anadolu’da kurtuluş mücadelesi başarısız olsaydı, Anadolu Türkleri dünyanın değişik ülkelerine sürgün edilir, vatansız, bayraksız ve onursuz bir şekilde yaşamak zorunda kalırlardı.
Bu ülkede Türk vatandaşı olmak, hatta Türk olmak için Arap kimliğinizi, Kürt kimliğinizi, Çerkez kimliğinizi inkâr etmeniz gerekmez. Herkes bu ülkede kendi kimliğini yaşayarak Türk olabilir. Türk, her ne kadar bir soyun adı olarak algılansa da, Anadolu'da Türk farklı kimliklerin ortak adı olarak kabul edilmektedir. Anadolu'daki Türk; Macar asıllı Urban'ın İstanbul surlarını yıkacak topları dökmesi, Macar asıllı İbrahim Müteferrika'nın matbaayı İstanbul'a getirmesi, Selânik'te doğan Mustafa Kemal'in, Asım'ın Nesli'nin namusunu ve onurunu kurtarması, Arnavut asıllı Mehmet Akif Ersoy'un İstiklal Marşı'nı yazmasıdır. Bu sebeple, Anadolu'daki Türk kavramı, bir genetik birlikteliği değil, ortak kimliği ifade eder. Türk kavramı bir mozaiği ifade etmez. Mozaik çekiç ile kırılıp, parçalanabilir. Oysa Anadolu’daki Türk bir ebrudur. Ebrunun neresine dokunursanız dokunun, dalgalanır, yeni bir şekil alır ve ait olduğu yapıdan asla kopmaz, varlığını sürdürür. Bu sebeple Anayasamızın 66. maddesinde "Türkiye Cumhuriyeti Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür". İfadesi yer almıştır. Bunun değeri ve kıymeti herkes tarafından iyi bilinmeli ve yaşatılmalıdır. Türk olmak kan bağını ifade etmiş olsaydı, Mustafa Kemal Atatürk, 'Ne mutlu Türk olana" derdi, oysa Atatürk "Ne mutlu Türküm diyene" ifadesini kullanmıştır. Türklük milli kimlik ve üst değer olarak kabul edilmelidir. Bu sebeple, Öğrenci Andı okullarda tekrar okutulmaya başlaması gerekir. Çocuklar her sabah Öğrenci Andını okurken, vatan ve millet sevgisine biat eder, inanır. Vatan için, bayrak için şehit olmayı göze alan kişiler, ne zaman, nerede, nasıl öğrendiklerini bilmedikleri yüce bir sevdaya gönül verirler. Soğuk kış günlerinde avazı çıktığı kadar “Varlığım Türk varlığına armağan olsun.” Diye bağıran o küçük sabi, bir gün vatana kasteden düşmanın karşısına çıkıp bir kurşunla vatanın istikbalini kurtarır. O kahraman, çocukluk yıllarında her sabah okulda Öğrenci Ant’ını bağıra bağıra okuyan Ömer Halisdemir’den başkası değildir. Öğrenci Andı, önkoşulsuz vatan sevgisinin bilinçaltına yazılmasını sağlayan onlarca ritüelden sadece birisidir.
Öğrenci Andı, sadece ezbere okutulan bir metin olarak ele alındığında, istenen fayda ortaya çıkmaz. Maarif müfettişliği yaptığım yıllarda, teftiş amaçlı gittiğim bir okulda, üst sınıflardan olduğu anlaşılan bir erkek çocuk, küçük çocukları sıkıştırıp ağlatıyordu. Yanına yaklaşıp engel oldum. Kendisinden öğrenci andını okumasını istedim. 4-5 defa okudu. En sonunda, öğretmenim, her sabah yasam; küçüklerimi korumak, dediğimi hiç fark etmemiştim, dedi. Ant, yüksek sesle okutulup ezberletildiğinde, hiçbir anlam ifade etmez. O andı öğrencilerin içselleştirmesini sağlamak gerekir.
Sonuç olarak; Anadolu farklı toplumların ortak yaşam alanı bulduğu, bin yıllık Türk milletine ait, tarihi geçmişe sahip bir vatan toprağıdır. Bu vatan toprağında ırkçılığın, kafatasçılığın yaşam alanı bulması imkânsızdır. Bu coğrafya kadim medeniyetlerin kesişim noktası olduğu için, birlikte yaşama kültürünü ön plana çıkaracak politikalara ve uygulamalara ihtiyaç vardır. Öğrenci Andı, Türklük gurur ve şuurunu dile getirmesi açısından önemlidir. Öğrenci Andında geçen ifadeler ayrıştırıcı değil, birleştirici özellikler taşımaktadır. Bayraksız, vatansız ve ezansız yaşamamak için, bu milli bilinç tüm Türk milletine verilmesi gerekir. Bu sebeple, 2018-2019 eğitim-öğretim yılının başladığı ilk gün, Anadolu’nun her yerinde 7’den 70’e herkes, yüksek sesle Öğrenci Andını okumalıdır. O Ant’a inanmalı, gönül vermeli, biat etmeli ve var gücüyle çalışmalıdır.