Ekonomi karnesinin seçmen davranışı üzerinde etkisi
Gelişmiş ülkelerin aksine bizim gibi gelişmemiş ülkelerde seçim atmosferleri ne yazık ki gergin geçiyor.
Yandaşlık ve tarafgirlik duygusuna bürünmüş seçmen kitleleri ne ülkelerinin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal sorunların derinliğini ne de hukuksuz ve adaletsiz düzeni görebiliyorlar.
Partizanlığın ve ideolojik körlüğün zihinlerde oluşturduğu kuşatma seçmen kitlelerinde ülkenin içinde bulunduğu olumsuzlukları ve hukuksuzlukları görmesini engelliyor.
Bugünün dünyasında ne yazık ki en büyük yolsuzluklar, hukuksuzluklar Müslüman ülkelerin büyük çoğunluğunun içinde bulunduğu gelişmemiş ülkelerde yaşanıyor. Kaybedenler kazananları centilmence tebrik edip kenara çekilmek yerine ülkede kaos ve kargaşa yaratmanın yollarını arıyorlar. Gelen iktidarlar meşruiyetlerini koruma derdine düşüyor ve ülkenin temel problemlerine odaklanamıyorlar.
Ortadoğu ve Avrupa kültürü arasında kalmış ülkemizde ise partizanlık ve ideolojik körlük bir ata mirası gibi kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Geçmişte bu durum daha da keskin ve katı olmasına rağmen bugün gençliğin ülke meselelerine anne ve babaları gibi hamasetten, dinin, vatanın, bayrağın siyasete alet edilmesinden pek fazla etkilenmediğini söyleyebiliriz.
Ülkemiz 14 Mayıs’ta hem cumhurbaşkanını seçecek hem de kendisini Milli Mecliste temsil edecek vekillerini.
Cemaat ve tarikatların, sivil toplum örgütlerinin ve sendikaların iliklerine kadar siyasallaştığı ve partizanca bir kimliğe evrildiği ülkemizde toplumun; geçmişten bu yana ülkenin olumsuzluklarla dolu sosyo-ekonomik durumunu, enflasyonun yarattığı yoksulluğu, yolsuzluğu, yine enflasyona bağlı olarak Türk Lirasının alım gücünün oldukça düştüğünü, yüksek cari açığı, bürokrasinin liyakat yerine partizanlığa bağlı olarak kadrolaştığını anlayabilmesine epeyce bir zaman olduğu kanaatindeyim.
En önemlisi de bir ülkede iktidarların halka; “şunu yaptık, bunu bulduk” demesinin aslında yönetenlerin asli görevi olduğunu anlamak için üniversite bitirmeye gerek olmadığını da algılamak zorundayız.
Gelişmiş ülkelerde devleti yönetenleri iktidarda tutan ya da iktidardan uzaklaştıran yegâne unsur iktidarların ortaya koyduğu ekonomik performans ile hukuk ve adalet duygusunun toplumun vicdanında bıraktığı algıdır.
Daha açık bir ifadeyle gelişmiş toplumlarda iktidarların ekonomi, hukuk ve adalet karnesine bakılır.
Örneğin 16 yıllık Angela Merkel döneminde Almanya’da ekonomik büyüme ciddi boyutlara ulaştı. Ekonomide birçok alanda büyüme sağlayan Almanya’da özellikle kişi başına düşen milli gelir Merkel döneminde neredeyse yüzde 43 arttı.
Gayri safi yurt içi hasıla (GSYİH), bir ülkenin ekonomisinin performansının önemli bir ölçüsüdür. Almanya’da Merkel döneminde kişi başına düşen milli gelir yüzde 42,6 oranında artış gösterdi. Merkel’in göreve geldiği 2005 yılında 28 bin 134 euro olan kişi başına düşen milli gelir, 2020 yılında 40 bin 494 euroya ( 400 bin 890 TL) ulaştı.
Alman ekonomisinde en önemli gösterge ise işsiz sayısının her yıl düzenli olarak azalması oldu.
Merkel’in göreve geldiği tarihte işsizlik oranı yüzde 4,86 civarındaydı. Merkel, 16 yıllık görev süresi boyunca Almanya’da işsiz sayısını yüzde 44,4 oranında düşürerek işsizlik oranını yüzde 2,7’ye çekti. Salgın öncesinde söz konusu oran yüzde 2,27 ile tarihi seviyeye geriledi.
Türkiye’de işsizlik oranı 2002’de yüzde 10,3 iken Şubat 2023 itibariyle yüzde 10,7.
Dış ticaret dengesi, mal ihracatı ve ithalatı arasındaki farktır. Merkel döneminde, dış ticaret fazla vermeye devam etti. Dış ticaret fazlası yüzde 13,7 oranında arttı.
Türkiye’de ise ihracat-ithalat arasındaki fark yani cari açık 2002’de -15.5 milyar dolar iken Mart 2023’te -55,8 milyar dolar.
Ekonominin refah seviyesinin en önemli göstergelerinden biri olan enflasyonu düşürme faslında ise Almanya uzun yıllardır öne çıkıyor.
Merkel’in göreve geldiği tarih olan 2005 yılında enflasyon oranı ülke genelinde yüzde 2,2 oranında seyrederken, bu oran 2020’de yüzde 0,3’lere kadar geriledi.
2021’de salgın sebebiyle üretim ve tedarik zincirlerindeki aksaklıklar sebebiyle bütün dünyada yükselişe geçen enflasyon Almanya’da da yüzde 3,9’a yükseldi.
Türkiye’de ise 2002-2013 yıllarının ekonomi kurmayları uyguladıkları reel ekonomik politikalarla yüzde 30’lardaki enflasyonu 2012 yılında yüzde 6,16’ya kadar düşürmüş, TL döviz kuru karşısında en değerli olduğu dönemi yaşamış ancak sonrasında ise tamamen popülist bir anlayışla ve seçim kazanmaya odaklı politikalar nedeniyle TÜİK’e göre yüzde 55,18, ENAG’a göre yüzde 126,91.
16 yıllık Merkel döneminin Almanya’sı ile Türkiye’nin son 21 yılının mukayesesinden şunu anlamalıyız:
Hamaset yaparak, din, bayrak, vatan istismarı ile yoksul bir ülke mi yoksa siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel olarak her yönüyle refah içinde olan bir ülke mi istiyoruz!!?
İşte Merkel’i 16 yıl iktidarda tutan şey ne Alman tanklarıydı, ne Mercedes’ti, ne BMW idi ne de ülkesine kabul ettiği nitelikli göçmenlerdi. Onu iktidarda tutan tek şey ortaya koyduğu ekonomik performanstı. Alman halkına vadettiği refahı, istikrarı sunmasıydı.
Artık ülkemizi yöneten siyasetçilerin her seçim sürecinde “şunu bulduk, bunu yaptık” şeklinde tamamen hamaset kokan söylemlere sarılmak yerine, yukarıda rakamlarla net bir şekilde ifade edilen kötü ekonomik tabloyu nasıl düzelteceğine dair reel ekonomik politikalar ortaya koyması ve Türk toplumunun karşısına bunlarla çıkması gerekiyor.
Gelişmiş ülkelerde siyasi partilerin seçim kaybetmesi ne bir beka sorunudur ne de vatanın, dinin elden gitmesinin sebebidir.
Oysaki bir ülke; ekonomisi bozulursa beka sorunu yaşar. Güvenlik, adalet, hukuk sorunu yaşar.
Osmanlıcılık oynayarak, hamaset yaparak ne güçlü bir ülke oluruz ne de dış güçleri(!) ürkütüp korkutabiliriz.
Güçlü ülke, ihracatı trilyon dolarları aşmış, kişi başı milli geliri 30-40 bin dolarlara ulaşmış, enflasyonu yüzde 1-2’lerde olmaktan geçer.
İhracatınız yerinde sayıyorsa siz hiçbir şey üretmiyorsunuz demektir. Bulduğunuz şey, ürettiğiniz şey katma değere dönüşmüyorsa emin olunuz ki topluma masal anlatmışsınızdır.
Gelişmiş toplumların sandıktaki tercihinin ölçüsü de budur.
Toplumlar komşularıyla barış içinde yaşayan, bulunduğu bölgeye istikrar ve refah getiren, toplumu kutuplaştırmak yerine birleştiren, temel sorunlara çözüm üretmeye odaklanmış, devlete itibar kazandıran liderler ve kadrolar görmek ister.
Çünkü tarih, nasıl başladığınızı değil; nasıl bitirdiğinizi kayıt altına alır.
Faruk YILDIZ