Düşünce özgürlüğümüzü kullanma hakkına sahip miyiz? 
Ya da mevcut koşullarda düşüncelerimizi özgürce söyleyebiliyor muyuz?
Aslında bu hususta ülkemizin sicili pek de parlak sayılmaz. Ancak Doğu’ya göre çok iyiyiz ama Batı’ya göre pek de iyi değiliz diyebiliriz. 
İnanç özgürlüğü hususunda çok derin izler kaldı toplum üzerinde. 
Aynı şekilde salt ideolojik düşünce özgürlüklerinde ise meselenin boyutu tabi ki değişiyor. Toplumsal barış ve huzurun bozulmasına yönelik salt ideolojik ve etnik söylemlerin ve de ülkenin bölünmez bütünlüğüne halel getirecek girişimlerin elbette ki düşünce özgürlüğü bağlamında değerlendirilmeye çalışılması kabul edilebilir bir durum değildir.
Ancak adalet, hukuk, ehliyet ve liyakat meselesini esas alan uygulamalar, ekonomi, sağlık, eğitim, kültür gibi genel politikalar üzerinde genellemeler yapılarak ölçülü bir şekilde düşünce ortaya koymanın her ne sebeple olursa olsun bir suç, bir kabahat ya da bir ihanet olarak görülmesi başlı başına toplumsal ruh halimizin ve bireysel olgunlaşma düzeyimizin geldiği son noktayı göstermektedir.
Ülke meseleleri üzerinde kafa yorup düşünce üretmek, çözüm sunmak, bürokrasiyi uyarmak, iktidarların hatalarını etik ve estetik bir dille izah etmek bizim gibi Doğu toplumlarında bir kabahat, bir ihanet olarak görülürken gelişmiş toplumlarda bu ve bunun gibi davranışlar bir erdem olarak görülür.
Bazı sivil toplum ve sendikal örgütlenmelerin sustuğu, sessizliğe gömüldüğü bir dönemde entelektüellerin de susmasını beklemek bir bakıma toplumu ve ülkeyi kaderine terk etmek demek değil midir?
Zamana ve zaman ötesine dair öngörülerde ve eleştirilerde bulunmak toplum ve ülke yararına değil midir!!?
Bu hususa katkı olsun diye Charles Dickens’ın, İki Şehrin Hikayesi adlı başyapıtından zamana dair muhteşem bakışından bir alıntı ile meselenin daha iyi anlaşılacağını ümit ediyorum!
Charles Dickens başyapıtındaki ifadesinde “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana,” diyerek zamanı adeta giyotine sürer.
Biz de ülke ve toplum meselelerine dair düşüncelerimizi zaman zaman makalelerimizle dile getirmeye çalışıyoruz. Zamana ve zaman ötesine dair çözümlemeler yapıyoruz. Çoğu zaman da aforizmalar ve mottolarla meselelerin entelektüel düzeyde anlaşılmasına ve yankı bulmasına çabalıyoruz. Bugün ki makalemizle de yine bunu denemek istedik.  
Keyifli okumalar dileğiyle!
*Sürekli bir kargaşa, bir olumsuzluk, bir başkaldırı isteği, taraf olma zorunluluğu, güçlüye yaslanmanın kanıksanmış hazzı, her eleştireni ihanetle itham etme dürtüsü, iyiyi, güzeli görme ve konuşma; kötüyü, yanlışı ve çirkini örtme mecburiyeti.
Biz toplum değiliz; toplum da biz değil.
Ancak birey özgürleştiği zaman erdemli bir toplum olmanın hazzına varılabilir.

*Asıl marifet krala soytarılık mı yapmak yoksa hakikate hürmet mi etmek?
Birincisi hem kolay hem de çok kârlı.
İkincisi zor, riskli ve aptalların bakışına göre çok zararlı.
Oysaki kârlı olan yani kazandığı varsayılan asıl kaybeden; zararlı olan yani kaybettiği varsayılan asıl kazanandır.
Ey talip söyle o zaman;
Kazanan mısın yoksa kaybeden mi?

*Zaman gelince; kılıçlar çekilince; her dem konuşanlar susunca; adamcıklar(!) konuşunca; taht cehle kalınca; adalet kılıçla dağıtılınca; sofu softa olunca; âlim(!) zalim olunca; bilgelik ölüme terk edilince; şehir ve ülke susunca; filozof kral ol(a)mayınca; toplum sürü olmaktan nasıl kurtulur?

*Aşk duyguların sonsuz birikimi olsa da kendisine bazı sınırlar çizer. İncelik, estetik, hoşgörü ve kalbe huzur veren yangı bu sınırların ana hatlarıdır. Çünkü aşk; kabalığa, sığlığa, bayağılığa kapı aralamaz. Öyle olmazsa aşk, aşk olmaz.

*Aşk bir ummana benzer. Kimisine hayat verir kimisini de boğar.
*Her güç müritleriyle beraber kendi Alamut Kalesi'ni inşa eder.
Tutkuyla(!), adanmışlıkla(!), bağlılıkla (!), sorgulamadan...!

*Ruhunu kaybetmiş kalabalıklar içinde hangi ruh temiz kalabilir ki?
*Kader ağlarını örüp ayrılık vaktini getirene kadar iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini fark edemezsiniz.
*Toplum için en büyük tehlike yığın(sürü) psikolojisidir. Kayıtsızlık, aldanma-aldatılma, koşulsuz biat-itaat, lideri kutsama, her koşulda iktidarı övme gibi özellikler yığın psikolojisinin en belirgin hastalıklarıdır. Bu hastalıklardan kurtulmak düşünce ve sanatta ilerlemeye bağlıdır.

*Ehliyet ve liyakate suikast düzenleyen seri katillerin yaşadığı bir zamanın tanıklığını yapmak bizim neslin yazgısı mı olacaktı?
*Bir memlekette siyaset; peşinden gidilecek adam yerine peşimden gelecek adamı tercih ettiğinde işler kötüye gitmeye başlar.
Anlayacağınız ağzına gem vurulacak, dizginlenecek adamı aramak o memleket adına başlı başına işlenecek en büyük cinayettir.

*Örselenmiş sevdalar kendine gelmek için bazen yalnız kalmaya ihtiyaç duyar.
*Bu hayatta her anınızı birbirinizi anlamaya ve sevmeye harcayın. Önyargılarınızdan arınmadıkça anlamak ve sevmek için bir nedeniniz olmayacaktır.
*Ömerler; herkesin birbirine benzediği yerde değil; hiç kimsenin birbirine benzemediği yerde aranır. Kendi içinde değil; halkın içinde.

*Güç elinizdeyken size en yakın olanlar gücü kaybettiğinizde yine sizi ilk terk edenlerdir.
*Değerli bir şeyini kaybetmedikçe insan kendini tanıyamaz.
*Yelkenlerimiz havayla doluyken vadettiğimiz özgürlüğü yelkenlerimiz boşalırken geri alma eğilimine girmemiz olsa olsa yükselişe geçmiş bir samimiyetsizliğin tezahürüdür.
*İhtiyaç duymadıklarımız ama sahip olduklarımız: İradesi olmayan bir akıl. .Düşünce sanılan bağnazlık. Başarıya karşı yapılan dedikodu. Yeteneğe karşı duyulan kıskançlık. Bilim zannedilen safsata. Hakikat sanılan mucize(!). Dışı sevgiyle maskelenmiş nefret. İnanç zannedilen hurafe. Ruhu prangalı birey. Filozof olmayan bir kral.

*İhtiyaç duyduklarımız ama sahip olamadıklarımız: Zincirlerini kırmış bir akıl. Özgün ve evrensel bir düşünce. Yararlı olan bilim. Estetiği ve güzelliği anlatan sanat. İnançları sorgulayan felsefe. Ayrımcılığı reddeden hoşgörü. İnsanı kucaklayan sevgi. Katıksız bir iman. Filozof bir kral. Özgür bir ruh. Bizim değil, herkesin olan adalet.

Kalın sağlıcakla.

                                                                                                    Faruk YILDIZ
                                                                                                   Eğitimci-Yazar